Kitaplarda tasvirlerde genellikle zorlanırım. Tasvir bölümlerinde genelikle çabuk sıkılıp, bir an önce okuma içgüdüsünden karakter sarışın mı, esmer mi, şişman mı, uzun boylu mu kaçırabiliyorum. Sonrasını da tamamen hayal gücüme bırakıyorum aslında.
Mekanlar için de durum farklı olmadığından, gezdiğiniz bildiğiniz bir yerde geçen roman tabiki görsel olarak daha kuvvetli olabiliyor.
Bu bakımdan Dan Brown’ın son romanı Inferno-Cehennem, daha geçen sene ziyaret ettiğim Floransa ve Venedik’te geçen hikayesi ve cehennem gibi iddialı bir isimle çıktığında ayda yılda 1 kitap okuyan benim bile içimde kıpırdanmalar yaratmadı değil.
Kitaplarını okumasam da ilgiyle izlediğim Da Vinci’nin Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar filmlerinin ana karakteri Robert Langdon’un yeni bir macerasını okuyacak olmak, üstelik kitabın arka kapağında yer alan “Cehennemin kapıları İstanbul’a açılıyor…” ibaresi de her Türk gibi beni de heyacanlandırıyordu.
Burada bir parantez açmak gerekirse, aslında İstanbul roman için bir sürpriz. Yazar İstanbul’u açık etmemek için elinden geleni yapmış, son ana kadar beklemiş. Şimdi Türkiye baskılarının arka kapağında bulunan ibare ise resmen ispiyon durumunda. Tabi Türkiye satışlarına pozitif etkisi olacağı da aşikar. Yalnız hikayenin sonunda İstanbul’a gideceğimizi bilmek, kitabın başından itibaren yavaş yavaş verilen o önemli mekanın neresi olabileceği tahminini de bizim için çok kolaylaştırıyor.
Bu benim aslında ilk Dan Brown okumam diyebilirim. Daha önce “Dijital Kale”yi okumaya teşebbüs etsemde, belki hikayenin benim için çok albenisi olmaması, belki de o dönem ki kitap okuma isteğimdeki azlıktan, bitirmekte başarılı olamadım.
Kitaba gelirsek, yazar kitabın başında ana karakterin “bir kaza sonucu hafızasını kaybetmesi” formulünü kullandığından biz de ana karakterle birlikte kendimizi Floransa’da ne yapacağımızı bilmeyerek buluyoruz. Bu da zaten kitabın gizem unsurunu arttıran ve yazarın da başarı ile uyguladığı bir formül.
Robert Langdon, yine rönesans İtalyasının izlerini izleyerek, önce Floransa sonra da Venedik sokaklarını arşınlıyor hikaye boyunca ki, yukarıda bahsettiğim üzere bu şehirleri daha önce gördüyseniz kendinizi Langdon’ın yerine koyabilmeniz de kolaylaşıyor. İstanbul’u da zaten bildiğimizden bütün roman boyunca evimizde hissedebiliyoruz.
Rönesans İtalyası dediğimizde, işin içine yine pek çok resim ve heykel ister istemez giriyor ki, size tavsiyem kitabı okuduğunuz sırada, bahsedilen eser hakkında bilgi almak, ve görselinizi güçlendirmek adına google ya da herhangi bir arama motoru’na kolay ulaşabilir durumda olmanız. Özellikle resimler hakkında tasvirler detaylı verilmiş olsa da gerçeğine bakmanın keyfini vereceğini sanmıyorum.
Ama özellikle bir eser üzerinde fazlasıyla durulmuş, Dante’nin İlahi Komedya'sı ve ondan etkilenerek yapılan Boticelli’nin la mappa dell'inferno'su. Zaten kitabı okumaya başlayınca ismin neden “inferno” olarak seçildiğini de anlamaya başlıyoruz.
Kitap bir çırpıda okunacak şekilde yazıldığından benim bile çabucak okuyup bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Her ne kadar önceki R.Langdon hikayeleri kadar tarihsel açıdan çarpıcı bulmasamda, hikayeyi sonuna kadar merak içerisinde okuyacağınıza eminim.
Fakat asıl çarpıcı nokta, dünyamızın şu anki durumu üzerinden yapılıyor ki, kitap okuma zevkinizi iyice baltalamamak adına daha fazla açık vermeyeyim ama insan, kötü karakterin de aslında haklı olup olmadığı konusunda da düşünmeden edemiyor...
Mekanlar için de durum farklı olmadığından, gezdiğiniz bildiğiniz bir yerde geçen roman tabiki görsel olarak daha kuvvetli olabiliyor.
Bu bakımdan Dan Brown’ın son romanı Inferno-Cehennem, daha geçen sene ziyaret ettiğim Floransa ve Venedik’te geçen hikayesi ve cehennem gibi iddialı bir isimle çıktığında ayda yılda 1 kitap okuyan benim bile içimde kıpırdanmalar yaratmadı değil.
Kitaplarını okumasam da ilgiyle izlediğim Da Vinci’nin Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar filmlerinin ana karakteri Robert Langdon’un yeni bir macerasını okuyacak olmak, üstelik kitabın arka kapağında yer alan “Cehennemin kapıları İstanbul’a açılıyor…” ibaresi de her Türk gibi beni de heyacanlandırıyordu.
Burada bir parantez açmak gerekirse, aslında İstanbul roman için bir sürpriz. Yazar İstanbul’u açık etmemek için elinden geleni yapmış, son ana kadar beklemiş. Şimdi Türkiye baskılarının arka kapağında bulunan ibare ise resmen ispiyon durumunda. Tabi Türkiye satışlarına pozitif etkisi olacağı da aşikar. Yalnız hikayenin sonunda İstanbul’a gideceğimizi bilmek, kitabın başından itibaren yavaş yavaş verilen o önemli mekanın neresi olabileceği tahminini de bizim için çok kolaylaştırıyor.
Bu benim aslında ilk Dan Brown okumam diyebilirim. Daha önce “Dijital Kale”yi okumaya teşebbüs etsemde, belki hikayenin benim için çok albenisi olmaması, belki de o dönem ki kitap okuma isteğimdeki azlıktan, bitirmekte başarılı olamadım.
Kitaba gelirsek, yazar kitabın başında ana karakterin “bir kaza sonucu hafızasını kaybetmesi” formulünü kullandığından biz de ana karakterle birlikte kendimizi Floransa’da ne yapacağımızı bilmeyerek buluyoruz. Bu da zaten kitabın gizem unsurunu arttıran ve yazarın da başarı ile uyguladığı bir formül.
Robert Langdon, yine rönesans İtalyasının izlerini izleyerek, önce Floransa sonra da Venedik sokaklarını arşınlıyor hikaye boyunca ki, yukarıda bahsettiğim üzere bu şehirleri daha önce gördüyseniz kendinizi Langdon’ın yerine koyabilmeniz de kolaylaşıyor. İstanbul’u da zaten bildiğimizden bütün roman boyunca evimizde hissedebiliyoruz.
Rönesans İtalyası dediğimizde, işin içine yine pek çok resim ve heykel ister istemez giriyor ki, size tavsiyem kitabı okuduğunuz sırada, bahsedilen eser hakkında bilgi almak, ve görselinizi güçlendirmek adına google ya da herhangi bir arama motoru’na kolay ulaşabilir durumda olmanız. Özellikle resimler hakkında tasvirler detaylı verilmiş olsa da gerçeğine bakmanın keyfini vereceğini sanmıyorum.
Ama özellikle bir eser üzerinde fazlasıyla durulmuş, Dante’nin İlahi Komedya'sı ve ondan etkilenerek yapılan Boticelli’nin la mappa dell'inferno'su. Zaten kitabı okumaya başlayınca ismin neden “inferno” olarak seçildiğini de anlamaya başlıyoruz.
Kitap bir çırpıda okunacak şekilde yazıldığından benim bile çabucak okuyup bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Her ne kadar önceki R.Langdon hikayeleri kadar tarihsel açıdan çarpıcı bulmasamda, hikayeyi sonuna kadar merak içerisinde okuyacağınıza eminim.
Fakat asıl çarpıcı nokta, dünyamızın şu anki durumu üzerinden yapılıyor ki, kitap okuma zevkinizi iyice baltalamamak adına daha fazla açık vermeyeyim ama insan, kötü karakterin de aslında haklı olup olmadığı konusunda da düşünmeden edemiyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder