27 Ağustos 2019 Salı

Son Dönemde Neler Oynadım?


Bir Playstation 4’ünüz var ve hangi oyunu oynayacağınızı bilemiyor musunuz? Hepsini denemek istiyorsunuz da malum son dönem fiyatların alıp başını gitmesi yüzünden hangisine öncelik vereceğinize mi karar veremiyorsunuz? Doğru yerdesiniz.

Çok çok klişe giriş paragrafımdan sonra, niyetim sadece son dönemde kendi oynadığım bazı oyunlar hakkında sıcak ve soğuk yapmak, artılar eksiler yani. Hadi başlayalım;





        God of War

Tek bir oyun oynayacaksanız kesinlikle bu oyun olmalı. Zaten yılın oyunu ödüllerinin çoğunu topladı. Oyun gerek hikâyesi gerek oynanışı gerekse de teknoloji ile tüm övgüleri hak ediyor.

Sıcaklar;

  •           Kratos, önceden bildiğinizi unutun. Oyundaki yan karakterimiz olan oğlu ile ilişkileri öyle güzel işlenmiş ki oyun boyunca, karakterle çok kolay özdeşleşebiliyoruz.
  •           Kuzey (İskandinav) mitolojisi; Önceki 3 oyunda zaten yuna mitolojisiyle ilgili her şey anlatılmıştı. Bu sefer başka diyarlardayız, ama oyun size bu diyarların hikâyesini yavaş yavaş sindire sindire veriyor ki o da tadından yenmiyor zaten.
  •           Kamera Tekniği; Evet bir film değil bu bir oyun ama başlangıç menüsünden oyunun sonuna kadar kesintisiz bir kamera tekniği kullanılmış, hiçbir sahne atlaması, kamera katı kullanılmamış ki zaten bu da teknik anlamda oyunun en çok övülen yanlarından.


Soğuklar;

  •           Devam Oyunu; Aslında oyunun çok da güzel bir finali var ama bu final ile hikâye sonlanmadığı gibi devam edeceğini bas bas bağırıyor. Final sonrası ek sahne ile sizi heyecanlandırıp hadi başka bahara diyerek bitiriyor.
  •           Bazı Mitolojik karakterlerin olmaması; oyun boyunca bol bol bahsedilip sonraki oyuna bırakılması. (Gerçi dönüp baktığınızda bu ilk üçleme için de geçerli)





   

    Detroit: Become Human

Oyunlarla içli dışlı olsun olmasın, herkesin kesinlikle tecrübe etmesini istediğim bir oyun D:BH. Aslında oyun demek doğru değil bu tarz yapımlar için. Bazı seçimleri oyuncuya bırakan, birden fazla sonu olan interaktif filmler de diyebiliriz.

Sıcaklar;

  •           Etkileyici Hikâye; Nasıl bitirirseniz bitirin ilk seferinizde sizi fazlasıyla etkileyecek.
  •           Oyunculuk; Hareket yakalama teknolojisinin geldiği en üst noktalardan, tüm karakterlerin gerçek oyuncular tarafından resmen oynatıldığını söylemeye gerek yok heralde.
  •           Konu; artık insandan ayırt edilemeyen seviyede androidlerin olduğu bir gelecek…


Soğuklar;

  •           Seçimler; Özellikle ikinci oynayışınızda fark edebileceğiniz, yaptığınız bazı seçimlerin aslında bir etkisinin olmaması gerçeği.
  •           Oyun Değil; Bazı bölümlerinde kendisinin oyun olduğunu ve sizin elinizde oyun kumandası tuttuğunuzu unutabiliyor.





        Horizon Zero Dawn

Aslında kendileri 2017 yılını oyunu ve benim o dönemde çok ön yargıyla yaklaştığım için çok düşük bir beklentiyle başlayıp sonrasında acayip keyif aldığım bir oyun oldu.

Sıcaklar;

  •           Konu; İnsanlığın ve medeniyetinin neredeyse tamamının yok olduğu bir uzak gelecek ve bu gelecekte ortaya çıkan kabile yaşamı ve vahşi yaşamın yerine geçen robot hayvanlar. İlk bakışta çok saçma gibi gelen ama oyunu oynayıp bazı gerçekleri öğrendiğinizde her şeyin yerine oturduğunu fark ediyorsunuz. Hatta keşke filmi de yapılsa.
  •           Robotlar; Hayvanlardan esinlenen robotlar çok iyi bir şekilde tasarlanmış ki oyunun geliştirilmesinde en çok zamanı bu robotların tasarımlarına harcamışlar.
  •           Oyun mekaniği; Bir ok veya sapan ile aşırı gelişmiş robotlara karşı savaşıyoruz ama bunu çok keyifli bir şekilde yapıyoruz.
  •           Atmosfer; eski dünyadan kalıntılar olsun, robotlar olsun, birbirinden farklı kabileler olsun yaratılan dünya çok başarılı.
  •           Işık; Bunu ayrıca belirtmek istedim. PS4’te artık her oyunda bulunan fotoğraf modunda en başarılı çekimlere imza atılan oyun bu oyun herhâlde ki bunda da en büyük katkının doğal ışık kullanımı olduğunu düşünüyorum.



Soğuklar;

  •           Ana Karakter; (Aloy) Aslında çok kötü değil, sadece seslendirmeden kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir sönüklük var gibi, artık sesi diğer karakterlere göre daha mı düşük, yoksa seslendiren mi fazla sakin seslendirmiş bilemiyorum ama umarım ikinci oyunda bunu biraz iyileştirirler.
  •           Yapay Zekâ; Aslında robotlar için bir sıkıntı yok. Zaten daha çok robot avlıyoruz ama insan olan düşmanların pek zeki olduğunu söyleyemeyiz. İnşallah bu konuya da el atarlar devam oyununda.





        Marvel’s Spider-Man

Mahallemizin kahramanı Örümcek adamın hakkını veren bir oyunu yıllardır bekliyorduk. Gerçekten de şehirde süzülmesi, dövüşmesi, teknolojik oyuncaklarıyla çok havalı bir oyunumuz oldu.

Sıcaklar;

  •           Süzülmek; Söz konusu bir örümcek adam oyunu ise, birinci kriterimiz ağ ile şehirde süzülmektir ve bu oyun bunu fazlasıyla başarı ile yapıyor.
  •           Dövüşmek; Arkham oyunlarına benzer bir dövüş mekaniği örümcek adamımıza da çok yakışmış, ilerledikçe açılan yeni özellik ve süper güçler ile çok daha keyif alınabiliyor.
  •           Kostümler; çizgi romanlardan, filmlerden, çizgi filmlerden aşına olduğumuz çok sayıda kostümü oyunda açıp kullanabiliyoruz. 8 ay sonra hala ücretsiz kostüm veriyorlardı yapımcılar.


Soğuklar;

  •           Hikâyenin Tahmin edilebilirliği; Çok büyük bir eksi olmasa da bütün oyun boyunca yanında çalıştığımız doktorun ne zaman kötü yola düşeceğini bekleyerek geçiriyoruz ki final boss’umuz da kendisi oluyor.
  •           Mary Jane; Kendisini gazeteci kılığına sokup, oyunda da burnunu her yere sokmasını izlemek, hatta bazı bölümlerde oynamak benim hiç hoşuma gitmedi. Keşke mary jane’li bölümler hiç olmasa imiş.
  •           Challenge’lar; en üst derece yapmak çok zor, yeni benim için çok zordu, yapamadım da zaten. Gerçi kimi için artı da olabilir bu.
  •           Platinum Kupa Kolaylığı; evet AAA oyunlar arasında en kolayı olabilir. PS istatistiklerine göre platinum kazanma oranı en yüksek AAA oyun.






      Assasin’s Creed Origins

AC serisi 3. Oyun ile birlikte çok baymıştı beni, sonrasındaki oyunları denemedim bile. Ama tüm oynayanlar origins ile bir şeylerin değiştiğinden bahsediyorlardı. Denedikten sonra tamamen farklı bir oyun olduğunu anlıyorsunuz zaten.

Sıcaklar;

  •           Yeni Oyun Mekaniği; Kombata önem veren savaş mekanikleri güzel olmuş, isterseniz eski usul suikastçı olarak, isterseniz de cengâver bir savaşçı olarak devam edebiliyorsunuz.
  •           Mısır Dünyası; Mısır’ın ayrı bir büyüleyiciliği var, oynarken de bunu hissedebiliyorsunuz, piramitlerin içini dışını keşfetmek de ayrı bir keyifli idi.
  •           Açık Dünya; Büyük bir haritası var ve harita üzerinde yapacak tonla şey mevcut. Hepsini yapmaya kalkınca 80 saat oyun süresi sunuyor.
  •           Medjay olmak; Hikâyede zaten en başında Medjay yani mısırın koruyucusu ünvanına sahibiz. Böylece aldığımız görevlerin hepsi birilerine yardım ettiğimiz sürece mantıklı hale gelmiş oluyor.


Soğuklar;

  •           AC serisi Değil; Eski AC oyunları ile alakası yok ya da çok az. Hem oynanış hem de hikâye açısından.
  •           Kostüm ve Silah azlığı; Oyun boyunca bulduğunuz silah ve kostümlerin çeşit sayısı çok çok az.
  •           Kadın Karakter AYA; Aya’yı yönettiğimiz ara sahneler ya anlamsız, ya da karakteri geliştirmediğimiz ve ana karakterimizde olan özellikler olmadığı için tatmin etmiyor. Zaten oyunun bu karakter için yazıldığı ve ubisoft kadın karaktere hazır olmadığı için sonradan değiştirildiği söylentileri vardı.
  •           Hikâye; Çok kötü olmasa da, beni çok tatmin etmedi, özellikle her şeyi ölen çocuğumuzun intikamına dayandırdığı için.
  •           Zorluk; Oyun bir yerden sonra fazla kolay oluyor.







        Assassin’s Creed Odyssey

Origins’i seven bunu da oynamak isteyecektir zaten, origins’ten hem daha uzun oynanış üresi hem de bazı iyileştirmeleri var.

Sıcaklar;

  •           Çift Karakter; Oyunu hem erkek hem kadın karakter ile oynayabiliyoruz. Kadın karakterin (Kassandra) seslendirmesini daha başarılı buldum ben.
  •           Antik Yunan; Eski Yunanistan’a ait pek çok öğe ve tarihi kişiliklerle (Sokrates, Hipokrat, vs) karşılaşıp, neredeyse tüm ege adalarına uğrayabiliyoruz.
  •           Hikâye; Hem sparta kralı Leonidas’a bağlanması hem ailemizin peşine düşüp onları bir araya getirmeye çalışmamız ve bu sırada atina-sparta savaşının sürmesi, bir yandan gizli bir örgütün varlığı… Bence baya sıcak.
  •           Boss’lar; Evet oyunda bolca boss diyebileceğimiz özel dövüşler yapıyoruz. Bunlar arasında normalden daha kuvvetli hayvan ve savaşçılar olduğu gibi mitolojiden tanıdığımız cyclops, minataur ve medusa gibi yaratıklar da var.
  •           Atlantis; Hikâyemiz bir şekilde meşhur Atlantis medeniyeti ile kesişiyor. Kötü haber ise Atlantis’in içine ancak 2. DLC paketi ile girebiliyoruz.


Soğuklar;

  •      -    Deniz Savaşları; Sizi bilmem ama ben bu bölümleri oynarken çok sıkılıyorum. Ve işin kötü yanı harita gereği bolca gemiyle seyahat edip yeni yerler keşfetmeli ve hem rastgele çıkan hem de bolca verilen görevlerle diğer gemilerle savaşmalısınız.
  •          Bölge Savaşları; Aslında fikir güzel, ama bir bölgeyi iki devletten birinin kontrolüne verdikten sonra o bölge için her şeyin başa dönmesi ve aslında değişen bir şeyin olmaması bu savaşları ve bölge ele geçirme misyonunu tamamen gereksiz hale getiriyor.
  •          RPG Seçimleri; Oyuna katılan RPG öğelerinden bir tanesi de oyunun size bazı seçimler vermesi. Bu kulağa çok güzel gelse de bu seçimlerin bazıları hakkaten anlamsız şekilde işliyor veyahut doğru seçimi yapmak çok zor. Misal ana hikayeyi olası en güzel ve mutlu sonla bitirmek için bazı diyaloglarda doğru kombinasyonu yapmanız gerekiyor ki tek başınıza İngilizceniz iyi bile olsa becerebilmeniz çok düşük ihtimal.


19 Temmuz 2017 Çarşamba

Yine Yeni Yeniden Spider-Man



 

İnternet sayesinde büyük beklenti ile gittiğim Spider-Man Homecoming filmi ile ilgili birkaç kalem çiziktirmek istedim, ne yazık ki yine  tam istediğimiz örümcek adamı bulmadık. Bu demek değil ki film kötüydü, sadece daha iyi olabilirdi.

Aman dikkat aşağısı spoiler içeriyor.

Beğendiklerim;

  • Peter Parker karakterizasyonu: Yaşı ufak olmasına rağmen verdiği kararlar olsun hep yerindeydi bence, Ben amca görünmemesine rağmen varlığı bu şekilde hissedildi. Tabi geriye gençlik heyecenını Tony Stark’ın dizginlemesi kaldı.

  •  MCU ile bağlantısı: Gerek civil war’dan görüntüler olsun, konunun direk civil war sonrası ile alaksı olsun, Iron-man ve ekibinin dahiliyeti olsun baya MCU ile iç içeyiz.

  • Vulture :  Benim çizgi romanlarda en sevmediğim spider-man kötüsüydü vulture. Bu versiyonu mükemmel olmuş, Michael Keaton da cabası. Üstelik yerel de kalması da yerinde bir karar.

  •  Shocker:Kıyafeti yoktu, 2 kişi de ayrı ayrı gördük ama ben ce başarılı olmuş.

  • Washington Anıtı Sahnesi: Filmin en beğendiğim sahnesi, tırmanaması, yorulması, yüksekten bakaması filan efsane…


Beğenmediklerim;

  •  Peter Parker’ın lise arkadaşları: Flash, Liz, Ned hiçbiri olmamış, Michele biraz ilginç onun da ne olduğu kim olduğu belli olmadı zaten.

  •  May Hala: Genç olmasına fazla laf etmeyelim ama Peter’a yol göstermesi gereken çoğu olumlu özelliği yok bu karakterizasyonda.

  •  Yapay Zekalı Aşırı Teknolojik Suit: Çeşitli ağ atmalara, koltuk altı ağlarına, takip cihazlarına uçan robotuna okeyim ama yapay zeka bilmem kaç tane kullanım modu flan olmaz gitmez spider-man’e. İnşallah devam filmlerinde bu özellikleri yontarlar biraz. Yoksa iron-spider-man izliyor olacağız.

  • Halkın kahramanı sahnesinin olmaması: Şimdi şunu açalım. İlk Spider-man serisinde bir köprü sahnesi vardır, köprüden atılan arabaları yakalar spider-man ve bir çocuğu kurtarır pek çok başka insan ile beraber. Sonrasında olayı orada izleyen bir kısım insandan alkış ve tebrik alır ki budur spider-man’in amacı zaten halkın takdirini kazanmak.

  •  Gerçek Spider-Man’i görememek:  Filmi baştan sona izlediğinizde Washington anıtı sahnesi dışındaki durumlarda (özellikle Vulture ile kapışma sahnelerinde, Feribot ve Uçak için konuşuyorum)  Spider-man’in varlığının etkisini göremedik. Yani başka bir karakter de olsaydı gene aynı durumlar yaşanabilirdi, özellikle uçak sahnesi öncesi ve sonrasında 1-2 ağ atmak dışında hiçbir şey yapmadı ki vulture kendi kendini durdurdu bile denebilir. Nasıl olmalıydı derseniz bknz civil war demek istiyorum.

  •  Motivasyon: Örümcek adam olma motivasyonu yok, tek hedefimiz avengers olmak gibi bir algı yaratılmış ki, çizgi roman da pek işi olmadı kendilerinin avengers ile.

  •  Spidey-Humor: Örümcek adamı örümcek adam yapan dövüş sırasında yaptığı esprilerdir. Amazing serisinin iyi yaptığı işlerden biriydi. Civil war da çok çok iyi yapılmıştı, winter soldier’ın elini tuttuğu sahne örneğinin yakınından geçmiyor bu filmde yapılan espriler ki hatırlamıyorum bile zaten.

  •  Feribot sahnesi: Fragmanda gördüğümüzde ilk serideki tren sahnesinin güzelliğinde bir sahne göreceğimizi sanmıştık. Ama filmde bu sahne oldukça sönük ve zaten spider-man bunu başaramadığı için bir önemi de yok, sahnede günü kurtaran iron man oluyor.

12 Ekim 2015 Pazartesi

Terminator: Genisys - Yaşlanmış Ama İş Bitmemiş


Terminatör serisi, hem bizim gibi 80'li ve 90'lı jenerasyonların gençlik dönemlerinde idol olmuş, hem de günümüz bilim kurgularında bile hala etkileri görülebilmektedir. 1984 yapımı filmler bugün bile izlendiğinde bilim kurgusal olarak yeni izleyenleri tatmin edebilmektedir. Bunda tabiki hala insanlık için uzak bir gelecek gibi görünen makinelerin insanlara karşı ayaklanması gibi güncelliğini sürdüren bir konudan beslenmesi de etkilidir elbet.

Nitekim serinin 5. filmi geçtiğimiz yaz aylarında sinemalarımıza konuk olduğunda da kısmen aynı konunun bu filmde de kullanıldığını gördük. Taze bir baba olarak sinemaya nadir gidilebilindiğinden, gidildiğinde de bu hakkı "Avengers" gibi daha güncel filmlerden yana kullanmak istediğimizden 5. film olan Terminator: Genisys'i izlemek için ancak vakit bulabildim.

Filmi izlerken beklediğimin üzerinde keyif aldığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Özellikle konunun ilk 2 film ile çok benzer olacağına dair çekingelerim vardı. (sinema da gitmek istememe nedenlerimden biri de buydu belki)

Film ile ilgili artılar ve eksilerim ise aşağıdaki gibi;

+ Yaşlı Terminator => Film öncesinde artık 68 yaşında olan Arnold Schwarzenegger'in nasıl yeniden terminatör olacağı merak konusuydu. Buna senaryo içerisinde sırıtmayan nispeten mantıklı süper bir fikir bulmuşlar.
+ Arnold Schwarzenegger => Filmin her sahnesinde rol çalıyor. Bu yaşında hala keyifle izleniyor.
+ Orjinal filmlere olan göndermeler => Direk 1 ve 2. filmlerin üzerine inşa bir film, devamlı olarak repliklerle de selam çakıyor zaten.
+ J.K. Simmons => Keşke daha çok gözükseydi diyeceksiniz. Filmdeki tek oyunculuk kendisinde.
+ Filmin başındaki zaman twisti => İlk filmi mi izliyoruz derken senaryodaki sapma güzel.

- Bozulan zaman çizelgesi => Orjinal filmlerin zaman akışı bozuluyor. (Film genelinde aslında artı sayılabilir, eksi olması eski filmlerin hayranları için)
- Emilia Clarke => Sarah Connor karakterine hiç gitmemiş, olmamış yani. Köyüne, dragonlarına dönsün. Khaleesi kalsın kendisi hep.
- John Connor => Karakter üzerinden yapılan twist çok gereksizdi bence. Üstelik böyle bir cast ile o adamın kötü çıkacağı baştan belli ki fragman ve afişlerden zaten belli etmişler.
- Filmin Finali => Final çok basit kalmış, hızlı geçmiş. Arnold'ı nasıl oynatırız diye baya kafa patlatıp sonunu oldu bittiye getirmişler resmen.

Sonuç olarak mısırınızı, çerezinizi alıp, biraz aksiyon ile keyifleneceğiniz tarz için bence başarılı bir film. Sinemada kaçırdıysanız özellikle evde izlemek için daha da ideal.

2 Nisan 2015 Perşembe

Worthy and Mighty Thor



Marvel Comics’in sansasyon yaratmak ve satışları arttırmak için yaptığı Thor karakterini kadın yapmak hamlesi, bana göre yıllar önce spider-man’e yaptıklarından bile daha saçma bir hareket olmuş.

Spidey’e yapılan bir şekilde geçmişini değiştirmek (veya silmek) idi, ve şeytanla anlaşma gibi uç bir yöntem kullanılsa da yine de çizgi romansal olarak bir mantıklı yanı vardı. Gerçi o zaman da yine benim çok tepkimi çeken bir hareketti.

Thor’a yapılan ise çok farklı. Bi kere gerçek Thor’a bir şey olmuyor. Kendisi sadece meşhur çekici mjolnir’i kaybetmiş olarak hala olayın nedenini araştırıyor. Peki olay ne?

Hani Mjolnir’i Thor’dan başka worthy (layık) olmayan kimsenin kaldıramayacağı büyü varya, işte o büyü "original sin" hikayesinde basit bir kelime oyunu ile değiştiriliyor. İngilizcede erkek ve dişi kişi ayrımı olan "he / she" kelimeleriyle.

“Whosoever holds this hammer, if he be worthy, shall possess the power of Thor.”

İşte yukarıda "he" yazan yere "she" yazılarak. Ne kadar basit değil mi? İlkokul çağındaki çocukların espri niyetine yapacakları şakalar gibi.

Tabi artık gerçek Thor çekici kaldıramıyor, hatta Babası Odin bile kaldıramıyor. “Kaldıramazsan kaldırırlar gülüm” diyerek kimliği bilinmeyen bir kadın karakter çekici alarak yeni Thor’umuz (!) oluveriyor. İşte bu kadar, yap reklamı, gelsin satış…

Peki sorun ne, işte yapmışlar değişiklikleri, nedir seni bu kadar rahatsız eden diyorsanız, buyrun;

1)      Daha önce Mjolnir’i kadın karakterler kaldırabilmiş, evet cümlede yazan he / she kelimesine takılmadan. Peki şimdi neden Gerçek Thor kaldıramıyor çekicini.
2)      Mjolnir’e bu büyüyü yapan Odin’in kendisi değil mi? Bırak çekici kaldırmayı Odin olayı daha 6 sayıda çözebilmiş değil. Nerde All-Father’ın yüceliği?
3)      Thor, Odin’in oğlunun gerçek adı, bir ünvan değil. Çekicin üzerinde de Thor’un gücüne sahip olur diyor, Thor olur demiyor. Yeni Kadın karakterin kendisine Thor demesi kadar saçma bir şey yok, pardon var o da Gerçek Thor’un “sen Thor’sun bana Odinson deyin” diyerek olayı kabullenmesi.
4)      Yeni serinin tüm olayı “kim bu kadın” sorusu üzerine dönüyor. 6 sayıda hala kadının kim olduğuna dair bir ipucu yok. Bu da çok ucuz bir satış stratejisi değil mi? Satışlar da önceki seriye göre daha iyiymiş gerçi ama bu ucuz numarayla çok da uzun sürmez tahminim.
5)      Diyaloglar ise, “Çekicimi geri ver”, “Thor benim”, “Bana artık Thor demeyin”, “Neden She-Thor, Thorita vs değil” gibi örnekler üzerinde hep aynı tarz. Bu da dolayısı ile bayıyor.
6)      Kadın Thor ilk duyurulduğunda, yapımcı tarafından “Bu bildiğiniz Thor, She-Thor veya Thorita değil” denerek bir açıklam yapılmıştı. Aklı olan herkesin anladığı mevcut (erkek) Thor gidecek (ölecek) ve yerine dişi formunda yeni ama aynı karakter gelecekti. Sonuçta bahsedilen karakter “Tanrı” olduğu için, yeniden kadın formunda dönmesi yadırganmazdı. Ama seri başladığında bunun da farklı olduğunu gördük.

Kısacası Marvel, daha çok satış yapabilmek için tüm hilelerini tek tek kullanıyor, bu da çok samimiyetsiz bir hava yaratıyor Thor konusunda. 

Yeni serinin hiç mi iyi yanı yok derseniz, var. Mevcut Thor’un çekicini kaybetmesiyle yaşadığı çöküntü, hayal kırıklığı, öfke çok iyi verilmiş ilk sayılarda. Bu da tabi yeni karakteri kendisinin kabul etmesine kadar sürüyor. Kadın Thor’un olmadığı neredeyse tüm paneller daha ilgi çekici, Odinson’un gözüktüğü tüm bölümler daha güzel geliyor.

Zaten önümüzde gelecek olan Secret Wars hikayesi ile Marvel Ana evrenine ne yapmak istediğini az çok belli etti, Tüm karakterlerin farklı versiyonlarını bir araya getirerek bunlardan biri ya da ikisini ana evrende tutacak. Odinson’u tüm’den yok edeceklerini düşünmüyorum. Kimliği açıklandığındaki reaksiyona göre de Kadın Thor’u o veya bu şekilde kullanmaya devam edeceklerdir. Ama uzun vadede Odinson’un hakkı olan unvan ve çekicini geri alacağını düşünüyorum.

30 Mayıs 2014 Cuma

Kitapyorum 2014-2







Bu 2. Grange kitabım. Bi “Leyleklerin Uçuşu” değil. Ama yine başarılı bir polisiye/gerilim, üstelik başında katili bilmemize rağmen. Evet iddialı bir deneme bir polisiye yazarı için. Ama sonunda sürprizleri de yok değil.
İsminden anlaşılabileceği gibi Japon kültürü ile bir hayli alakalı bir kitap. Japonlara saygı niteliğinde bir yandan da. Japonlara karşı antipatiniz yoksa keyifle okunabilecek bir roman. 7/10





Alper Canıgüz’ün süper afacanı Alper Kamu karakterinin 1. kitabı. Ben önce “Cehennem Çiçeği” isimli 2. kitabı okumuştum ama kitapları sırasından bağımsız pekala okuyabilirsiniz. 5 yaşında bir çocuğun anlatımıyla bir polisiye serüveni aslında bu kitaplar ama karakterimizin hayata dair tespitleri o kadar yerinde ki tam anlamıyla bir” büyümüş de küçülmüş” sendromu tabiri caizse. 8/10



Alper Kamu hikayelerinden önce yazılmış olmasına rağmen benim favori kitabım bu oldu yazarımızdan. Garip bir reklam ajansında işe başlayan karakterin başına gelen tuhaf olaylar, ilginç ölümler ve hatta uzaylılar. Azıcık bilimkurgu seviyorsanız x-files tadında hafif gırgır bir hikaye. Ben bayıldım. 9/10




İlk bakışta ön yargıyla uzak durabileceğim bir konuya sahip bir kitap serenad. Anneannesi Ermeni, babaannesi Kırım Türkü olan bir kadının, 2. dünya savaşı zamanında Türkiye’ye gelen bir Alman profesör ile tanışması, tüm bu karakterlerin geçmişleriyle birlikte anlatılıyor aslında. Ama Livaneli’nin dili o kadar akıcı ki, roman sizi adeta okumaya teşvik ediyor. Yine Livaneli’nin olan “Kardeşimin Hikayesi” ile birlikte son dönemde okuduğum en sürükleyici romanlardan. 9/10





Bu kitap hakkında olumsuz bir tane yorum duymadım desem yeridir. Herkes öve öve bitirememiş resmen yazarı ve tabi ki kitabı. Fakat ben sevemedim bir türlü, alışamadım belki yazarın üslubuna, yada beklentim çok büyüktü bilemedim.

Aslında hikaye ilgi çekici, karakterler renkli, olaylar fantastik… Eee daha ne istiyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Hikaye ilginç ama sonu aynı Lost dizisinde ki final gibi hissettiriyor (spoiler vermeden bu kadar J). Karakterler renkli ama az az kullanılmış. Ana karakter kim belli olmadığı gibi, okuyucu olarak özdeşleşecek karakter de bulamıyoruz (ya da ben bulamadım). Olaylar fantastik, ama fantastiklik aslında kitabın sonunu okuyunca aslında hiç yok gibi oluyor ki bu da bence yine Lost etkisi yaratıyor bünyede.

Yine de beni asıl rahatsız eden, yazarın süslü cümleler kuracağım derken, cümleleri uzattıkça uzatması, örnekleme yaptıklarında 10 taneden aşağıda bırakmaması. Zaten bu tarz süslü cümlelere sinir olmuş iken, kitabın bir bölümünde peş peşe gelen 6 cümlenin 5 tanesi “Ama, Fakat, Ancak” bağlaçları ile aynı şekilde kurulduğunu görünce benim kafa attı ve kitabın puanını daha sonuna varamadan vermiş oldum.

Gene de Türk edebiyatında bu tarz kitapların eksikliği sebebiyle okunmasını tavsiye edeceğim kitaplardan. Ama puanım 5/10.



Kitap tamamen dialoglar üzerine, final hariç neredeyse hiç aksiyon yok. Çok fazla diyalogtan dolayı takip etmek zor geldi bana ama karekterlerin sokak ağızları da hoşuma gitti.
Özellikle sokak çocukları harikaydı. her sahnede rol çaldılar. Sırf onlar için ayrı bir kitap yazmalı Ahmet Ümit.

Kitap içinde yazarın kendisini görmek benim pek hoşuma gitmedi. Yine de ilginç bir deneme.

Gezi olaylarına doğru taraftan değindiği için +1 puan, yoksa 6'da kalacaktı... 7/10

27 Şubat 2014 Perşembe

Kitapyorum 2014-1


Soğuk Kahve - Ahmet Batman;  


Çok satanlara 2 kitabı peş peşe giren Ahmet Batman’ın Soğuk Kahvesini sırf biraz da meraktan okumaya başladım. İlişkiler üzerine denemeler şeklinde olan kitabın bölümleri tek tek güzel tanım ve dokunuşlara sahip ama bütüne baktığınızda hep aynı şeyi söylüyor gibi. Uzun aralar ile bir kaç bölüm okumak sanki daha çok keyif verir gibi.  


Yolun Sonundaki Okyanus - Neil Gaiman;  

Okyanus

Neil Gaiman’ın, Yokyer ve Mezarlık kitaplarından sonra okuduğum 3. kitabı. Diğer iki kitap sanki daha uzun olmalıymış, yazar daha çok yazmalıymış hissiyatı veriyordu. Bu kitap ise daha kısa olmasına rağmen tam kıvamında gibi. 3 kitap arasında da en beğendiğim oldu haliyle.  


Bir Psikiyatristin Gizli Defteri (En Sıradışı Vakalar) - Gary Small

Yine çok satanlar etkisiyle başladım. Ama gerek kısa kısa hikayelerden oluşması, gerek de bu hikayelerin baya ilginç olmaları hoşuma gitti açıkçası. Bir psikiyatri kitabı olmasına rağmen çok ağır konulara girmeyerek sıradan okuyucuyu da sıkmıyor kitap.  


Sherlock Holmes - Akıl Oyunlarının Gölgesinde - Sir Arthur Conan Doyle  

Bugüne kadar hiç ünlü dedektifin kitabını okumamıştım, yada küçükken okudum da aklımda değil. Bu kitap yine kısa kısa hikayelerden oluşması sebebiyle daha kolay okunabilir oldu benim için. Evde, yolda, misafirlikte, iş yerinde molalarda… Üstelik detektifin üstün zekasına hayran kaldım okurken, o zaman gelsin yeni Sherlock Holmes kitapları sırayla…  


Koku - Patrick Süskind  

Puanı yüksek, konusu da ilgimi çeken bir klasik bulmuşken okuyayım dediğim bir romandı koku, ama ne yazık ki beklediğimi bulamadım. Ben bir katil hikayesi ve aksiyonu beklerken, ne yazık ki cinayetler (veya aksiyon) kitapta zaten anlatılmıyormuş. Daha çok katilin ruh hali yansıtılmış bize. Tabi birde kokularla ilgili sayısız bilgi ve betimleme. Betimleme bu kadar çok olunca sıkılmamak elde değil benim için. Üstüne olayların oldu bittiye getirilmiş gibi bir yazım da var kitapta; Betimleme betimleme hoop karakter öldü, betimleme betimleme hoop cinayetler işlenmiş, betimleme betimleme hoop karakter yakalandı gibi mesela…   Yalnız kitabın sonu vurucu, şaşırtıcı ve beklenmedik. Böyle olunca insanların beğeni seviyesi artıyor ister istemez. Tabi biz alışığız fantastik edebiyata, filmlere, çizgiromanlara... Bize etki etmedi o kadar. Hatta gene bitişi bile “hoop…” şeklinde.

Posted via Blogaway


Posted via Blogaway

4 Haziran 2013 Salı

Cehennem Üzerine...

Kitaplarda tasvirlerde genellikle zorlanırım. Tasvir bölümlerinde genelikle çabuk sıkılıp, bir an önce okuma içgüdüsünden karakter sarışın mı, esmer mi, şişman mı, uzun boylu mu kaçırabiliyorum. Sonrasını da tamamen hayal gücüme bırakıyorum aslında.

Mekanlar için de durum farklı olmadığından, gezdiğiniz bildiğiniz bir yerde geçen roman tabiki görsel olarak daha kuvvetli olabiliyor.

Bu bakımdan Dan Brown’ın son romanı Inferno-Cehennem, daha geçen sene ziyaret ettiğim Floransa ve Venedik’te geçen hikayesi ve cehennem gibi iddialı bir isimle çıktığında ayda yılda 1 kitap okuyan benim bile içimde kıpırdanmalar yaratmadı değil.

Kitaplarını okumasam da ilgiyle izlediğim Da Vinci’nin Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar filmlerinin ana karakteri Robert Langdon’un yeni bir macerasını okuyacak olmak, üstelik kitabın arka kapağında yer alan “Cehennemin kapıları İstanbul’a açılıyor…” ibaresi de her Türk gibi beni de heyacanlandırıyordu.

Burada bir parantez açmak gerekirse, aslında İstanbul roman için bir sürpriz. Yazar İstanbul’u açık etmemek için elinden geleni yapmış, son ana kadar beklemiş. Şimdi Türkiye baskılarının arka kapağında bulunan ibare ise resmen ispiyon durumunda. Tabi Türkiye satışlarına pozitif etkisi olacağı da aşikar. Yalnız hikayenin sonunda İstanbul’a gideceğimizi bilmek, kitabın başından itibaren yavaş yavaş verilen o önemli mekanın neresi olabileceği tahminini de bizim için çok kolaylaştırıyor.

Bu benim aslında ilk Dan Brown okumam diyebilirim. Daha önce “Dijital Kale”yi okumaya teşebbüs etsemde, belki hikayenin benim için çok albenisi olmaması, belki de o dönem ki kitap okuma isteğimdeki azlıktan, bitirmekte başarılı olamadım.

Kitaba gelirsek, yazar kitabın başında ana karakterin “bir kaza sonucu hafızasını kaybetmesi” formulünü kullandığından biz de ana karakterle birlikte kendimizi Floransa’da ne yapacağımızı bilmeyerek buluyoruz. Bu da zaten kitabın gizem unsurunu arttıran ve yazarın da başarı ile uyguladığı bir formül.

Robert Langdon, yine rönesans İtalyasının izlerini izleyerek, önce Floransa sonra da Venedik sokaklarını arşınlıyor hikaye boyunca ki, yukarıda bahsettiğim üzere bu şehirleri daha önce gördüyseniz kendinizi Langdon’ın yerine koyabilmeniz de kolaylaşıyor. İstanbul’u da zaten bildiğimizden bütün roman boyunca evimizde hissedebiliyoruz.

Rönesans İtalyası dediğimizde, işin içine yine pek çok resim ve heykel ister istemez giriyor ki, size tavsiyem kitabı okuduğunuz sırada, bahsedilen eser hakkında bilgi almak, ve görselinizi güçlendirmek adına google ya da herhangi bir arama motoru’na kolay ulaşabilir durumda olmanız. Özellikle resimler hakkında tasvirler detaylı verilmiş olsa da gerçeğine bakmanın keyfini vereceğini sanmıyorum.

Ama özellikle bir eser üzerinde fazlasıyla durulmuş, Dante’nin İlahi Komedya'sı ve ondan etkilenerek yapılan Boticelli’nin la mappa dell'inferno'su. Zaten kitabı okumaya başlayınca ismin neden “inferno” olarak seçildiğini de anlamaya başlıyoruz.

Kitap bir çırpıda okunacak şekilde yazıldığından benim bile çabucak okuyup bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Her ne kadar önceki R.Langdon hikayeleri kadar tarihsel açıdan çarpıcı bulmasamda, hikayeyi sonuna kadar merak içerisinde okuyacağınıza eminim.

Fakat asıl çarpıcı nokta, dünyamızın şu anki durumu üzerinden yapılıyor ki, kitap okuma zevkinizi iyice baltalamamak adına daha fazla açık vermeyeyim ama insan, kötü karakterin de aslında haklı olup olmadığı konusunda da düşünmeden edemiyor...