27 Ocak 2008 Pazar

Oh Be! Federersiz Bir Final...


Sonunda oldu, Federersiz bir Grand Slam finalini de görmüş olduk, çok da güzel oldu açıkcası. Dile kolay son 10 turnuvanın (Grand Slamlerde) şampiyonuydu Federer. Bu sefer yapamadı, belki hastaydı yarı finalde elenirken, ama erkekler tenisi için iyi oldu onun elenmesi. Bu şerefi de zaten Djokovic haketmişti, daha sadece 20 yaşında olan sırp raket bu seneki Avustralya Açık'ın şampiyonu olarak (kariyerindeki ilk G.S. şampiyonluğu olsada) gelecek yıllarda Federer'in bir numaralı rakibi olabileceğini gösterdi. Finaldeki rakibi Fransız! Tsonga da yaptığı sürprizle turnuvaya renk katarken, bu sürprizinin tek seferlik olmayabileceğinin de sinyalini verdi. Kısacası bu pazar tenis dünyası için keyifli ve güzel bir gündü, final ise adına yakışır şekilde çekişmeli ve heyecanlı geçti.

24 Ocak 2008 Perşembe

Neler oluyor bize...

Herkesin çok sevdiğini, gerekirse canımızı bile veririz dediği şu güzelim ülkemizde hiç mi düzgün bir şey olmayacak diye sormadan edemiyor insan.

Dün gece Ntvspor'da yakınplan programında Güntekin Onay'ın konuğuydu Semih Saygıner. Eminim ki bu ismi değil ülkemde dünyada bilmeyen tanımayan yok. Ben de bakalım Semih abimiz yine hangi başarılara imza atmış öğrenelim gururlanalım diyerekten oturdum tv başına. Ama ne görelim, altta "Semih Saygıner bilardo kariyerini dondurdu." diye bir haber. Ne olduğunu anlayamayan bendeniz asıl şoku ise programı izlemeye devam edince yaşadım. Bugüne kadar dünya çapında sayısız başarılara imza atan bu isim ne yazık ki 2005'ten beri turnuvalara katılamadığını, bir numaralı seri başı olmasına rağmen federasyon tarafından atılmayan bir imza sebebiyle katılma hakkından mahrum kaldığını, üstelik kendisinin yalnız olmayıp diğer başarılı türk bilardocularının da aynı şekilde uluslararası turnuvalara katılamadığını birer birer anlattı. Üstelik bunları anlatırken de, suçlu taraf açıkça belli olmasına rağmen onları kıracak veya rendice edicek sözleri sarfetmekten de kaçındı.

Tamamen kendi başarısıyla bu yerlere gelmiş Semih Saygıner, Türkiye'de bilardonun tanıtımı ve sevilmesinde başlıca rolu oynamış, ayrıca dünyaya da ülkemizi gerek sporculuğu gerekse de karakteriyle başarıyla da temsil etmiş bir sporcudur. Bilardo federasyonu o ve onun gibi sporcuları desteklemesi gerekirken, tersine bu sporcuların zaten kazanılmış hakları olan turnuvalara bile katılmalarını engellemektedir. Sporcular ile federasyon arasında bir problem olduğu bariz olsada nedenini tabiki bilmemekteyiz. Fakat ülkemizde zaten başarılı olduğumuz spor dalı sayısı az iken, bireysel anlamda dünyada bu kadar başarılı sporcularımız yok iken, hala ne idüğü belirsiz problemler yüzünden babadan kalma çiftlik yönetir misali federasyon yönetenler ile ne kadar ileri gidebileceğimiz mechuldur.

Ama unutmayalım, ülkemizde bir video yüzünden tüm sitenin türkiyeden erişim hakkını keserek sorunu çözdüğünü sanan bir zihniyet de vardır. Yakın zamanda ise tv'de dizi ve ya film yayınlarında da içki ve sigara yasağı da başlayacaktır ve sonunun nereye gittiğini açıkçası merak ediyorum.

20 Ocak 2008 Pazar

Megatron vs Spidey


Geçen yazın hit filmi Transformers olunca, film ile ilgili sayısız yan ürün sarmıştı dört bir yanımızı doğal olarak. Marvel Comics de boş durmayıp 4 sayılık bir mini seri hazırlamıştı, hem de kendi en sevilen kahramanlarıyla beraber. Bünyesinde Captain America, Iron Man, Wolverine ve Örümcek Adamı barındıran New Avengers adlı grupla bizim arabaya, uçağa dönüşebilen dev robotlarımızı aynı hikayede buluşturabildi. Henüz okumadığım hikaye ne kadar iyi, ya da
gerçekçi görünür tabi bilinmez ama resmini koymuş olduğum 4. sayı kapağı tek başına bende heyecan ve merak uyandırmaya yetti. Decepticon'ların lideri Megatron ve parmağının ucunda ufacık kalan Spidey...

18 Ocak 2008 Cuma

"Beyefendi, yalnız filmimiz uzun ve sıkıcıdır..."


"Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikastı" adlı filme girmeden önce bilet satmakla görevli bayandan duyduğumuz cümle aynen bu şekildeydi, biz cümlenin şokunu yaşarken ikinci cümle de geldi peşinden. "İzleyenlerin çoğu film bitmeden salondan çıkıyorlar..." Neyse ki filmin bu özelliğini daha önceden öğrenmiş olduğumuzdan gişe de yaşadığımız şaşkınlığı kazasız atlatabildik.

Şimdi bu görevlinin bunları söylemesinin nedeni iyi niyeti olabilir, fakat böyle diyerek insanları şartlamış da olmuyor mu? Eminim ki "Film sıkıcı" denilerek filme girenlerin salondan çıkma oranları daha fazla oluyordur.

Filme gelince çoğu insan için gişedeki görevliyi haklı çıkarırcasına çok da eğlenceli olmadığı, bazı sahnelerin gereksiz ya da gereğinden uzun olduğu söylenebilir. Fakat ne izlediğini bilen (film bir western/aksiyon değil), ve "konsantre" olabilen (buraya dikkat) için hiç de sıkıcı olmadığı, yer yer oyuncuların performansları dolayısıyla eğlenilebildiği de göz önünde bulundurulmalıdır (Ben beğendim mesela). Çeşitli festivallerde ödül veya adaylıkları olan iki isim (Casey Affleck ve Brad Pitt) dışında kalan oyuncuların da performansları görülmeye değer. Özellikle Jesse James'in yanında gerilmeleri, yalan söyleyememeleri vs. Ama Affleck, Ford rolunde o kadar başarılı ki kendisinden film boyunca adeta nefret ediyor James'in sabrını tebrik ediyorsunuz.

Kısacası zamanı ve sabrı olanları sonunda çok memnun edecek güzel bir film...

15 Ocak 2008 Salı

Sıcak ve Soğuk NO:1


Ghost Rider'i bilmeyeniniz yoktur. Peki kendisine çok benzeyen diğer şahıs kim? Dynamo5'in kötü karakterlerinden Bonechill... Rider'ın tersine ateş yerine buzla haşır neşir...

Bu ekipte kesinlikle iş var...


Günün birinde hiç tanımadığınız bir kadının gelip, size gerçek babanızın aslında eski bir süper kahraman olduğunu ve sizin gibi diğer gayrimeşru çocuklarıyla bir süper kahraman takımı kurmak istediğini düşünün. Hayatınız bundan sonra nasıl olurdu?

Ya da o kadın gibi aslında o eski kahramanın dul kalan eşi olduğunuzu, ve kocanızın kötülerle savaşmak dışında kadınlara da düşkün olduğunu ve o kadınlardan çocukları olduğunu öğrenseydiniz, yine de o çocukları bulup kötülükle savaşmak için bir ekip kurarmıydınız?

İşte böyle ilginç bir hikayesi olan bir çizgi roman Dynamo 5. "Captain Dynamo" ölmüştür, ve dul karısı, her biri kendisine ihanetin bir kanıtı olan 5 ayrı gençten bir süper kahraman ekibi kurmaya karar verir. Çocukları babalarının güçlerini paylaşmıştır. Bir tanesi uçabilirken, bir diğeri süper güçlüdür. Biri şekil değiştirmeye, biri telepati yeteneğine sonuncusu ise gözlerinden çıkan ışınlara sahiptir. Birbirini ilk kez gören bu kardeşlerin, zamanla hem bir aile hem de bir takım olmayı öğrenmeleri gerekmektedir.

Aslında Marvel dışında diğer firmaların çizgi romalarını takip etmiyordum fırsat bulamadığım ve tabiki marvel'in yerinin bende farklı olması gibi nedenlerden. Türkiye'den çıkan çizerleri ararken denk geldiğim sayfalarda rastladım Yıldıray Çınar ve Mahmud A. Asrar'a. İkisi de şu an Image Comics'ten çıkan dergilerde çalışmaktalar. İkisi de gerçekten çok başarılı. Yıldıray Noble Causes'ı çizerken, Mahmud ise şimdi onuncu sayıya gelmiş olan Dynamo 5'in Jay Faerber ile birlikte yaratıcısı sayılır.

Dynamo 5, gerek hikayesi, gerek de çizimleri ile amerikan çizgi roman medyasında da çok iyi eleştiriler almakta zaten. Benim keşfetmem geç oldu biraz ama, hakkını verelim okurken acayip eğlendim. Çoğu süper kahraman hikayesinden farklı olarak, çok iyi tasarlanmış bir hikaye ve karakterler, neredeyse her sayının sonunda ayrı bir sürpriz, çoğu çizgi romanda görebileceğiniz klişeler de öyle güzel yedirilmiş ki hikayeye, okuyucuyu her sayfada ayrı bir zevk almakta. Ve Mahmud Asrar'ın mükemmel çizimleri...

Son dönem birbirini tekrar eden çizgi romanlardan sıkılanlara yeni bir soluk gibi gelecek bu dergiyi kaçırmamanız gerektiğini bilmem söyleme gerek var mı?

14 Ocak 2008 Pazartesi

Neden bu türkçe dublaj sevdası...


Sinema da orjinal dilinde film izlemek de giderek zorlaşmaya başladı son dönemde. Gişe yapması muhtemel filmlere, biraz daha bilet satabilmek için Türkçe dublaj da yapılır oldu. Dublaja karşı değilim, yapılsın. Bu sayede daha fazla insan o filmlere gidebilir. Benim kafama takılan nokta ise hangi filmlere dublaj yapılacağını kim belirliyor, Animasyon olması, direk dublaj sebebi midir? Simpsons örneğinde olduğu gibi Türkiye çapında sadece 3 adet orjinal kopya girince vizyona, dağıtımcı firma geç de olsa anlamıştır hatasını. Sadece büyüklere yönelik, üstelik tv'de bile yıllardır orjinal dilinde, alt yazılı olarak yayınlanan Simpsons'ların dev ekrana hem de kötü bir dublaj ile gelmeleri tam bir fiyaskoydu. Bunun dışındaki çocuklara yönelik çizgi film ve filmlerin tabiki dublajlı gelmesi gerekir, ama az da olsa orjinal kopya da dolaşmalıdır yurdumda (en azından birden fazla salonda oynatılan yerlerde bir tanesi orjinal kopya olabilir) .

Disney yapımı olmasından mı bilinmez National Treasure'un 2. filmi de Türkçe dublajlı gösterime girmiş. Girmesinde sorun olmadığını söylemiştim ama Bursa gibi salon sayısı yüksek olan bir şehir de bile orjinal dilinde film bulamıyorsanız, bu benim gibi "esaslı" bir sinema seyircisi olanları rahatlıkla sinir edebilecek bir durumdur. Hatta imkanı olanı illegal yollara bile itebilir. Özellikle tarih itibariyle vizyonda çok sayıda yerli film varken, zaten az olan yabancı filmleri de türkçe izleme zorunluluğu insanı çıldırtabilir. Ve son olarak zaten Büyük Hazine adlı filmi türkçe olarak izleyeceği için kızgın olan bir bünyeye, merakla beklediği "I Am Legend" filminin de türkçe geleceğini söyleyen bir fragmanla son darbeyi vurmak... İşte buna içilir arkadaş...

Büyük Hazine: Sırlar Kitabı ise nispeten kötü türkçe dublajına rağmen izleyeni sıkmadan, hatta iyi bir roman okurmuşcasına merak içerisinde finale başarıyla taşıyor. Finali daha iyi olabilirmiş sanki desemde, eğlenceli 2 saat geçirmek isteyenlere tavsiyemdir. Ah bir de türkçe olmasaydı...

11 Ocak 2008 Cuma

Hancock




Süper kahraman modasına Will Smith de uymuş anlaşılan...


Edit: Normalde youtube'dan video olması lazım burada ama malum sebeplerden kapatıldığı için site, bizim eklediğimiz linki de etkiliyor böylece. Merak edenler için Hancock yeni sezon Will Smith filmi...

10 Ocak 2008 Perşembe

Sanki bizden biri...


Göğsündeki hilal ile sanki osmanlıdan çıkıp gelmiş gibi, ya da ufak da bir yıldız koysak yanına... Moon Knight, marvelin çok fazla bilinmeyen kahramanlarından...

Efsane olarak kalsın...


Efsane der ki; iyilik ve kötülüğün mücadelesi yüz yıllardır süregelen. İki yılan var önünde, birisi ak, birisi kara... Seçeceksen birini, o olacak dünyanın efendisi ve bir ejdere dönüşecek...

İşte böyle bir hikaye var yılandan değil ama yalandan korkan Koreli abilerimizin elinde. Uzak doğunun canavar filmleri modası koreliler tarafından bu sene geri getirildi. Her ne kadar senaryo olarak başarılı kuzeni "The Host" un gerisinde kalsa da, canavar efektleri bakımından çok önde diyebiliriz "D-War" için. Canavar modellemelerinin başarısının yanında film diğer hiç bir konuda vasatı aşamıyor. Hem koreli yönetmen kurgu konusunda, hem de amerikalı isimsiz oyuncular oyunculuk konusunda sınıfta kalmışlar.(Gerçi oyunculuk yapacak ne zamanları ne de rolleri varmış). Yapımcı ekibin de tüm bütçeyi canavar efektlerine ayırdığı, filmdeki geri kalan efektler için de para kalmadığı film izlenirken farkedilebiliyor. Öyleki dev yılanlar ve yandaşları olan yaratıklar ekranda sırıtmazken, onlarla etkileşime geçen araçların patlama ve ya takla atma efektleri Hollywood tema parklarındaki gösterilerin efektlerinden kötü. Bir de bazı figüranlar var ki, korkunç oyunculuk yetenekleriyle tek saniye de görünseler sizi filmden koparabiliyorlar...

Senaryoda da inanılmaz boşluklar var ki, bana kalırsa iyi bir senaristin elinden çok iyi bir senaryo çıkabilirmiş ki hikaye buna müsait. Filmde güzel yan yok mu diyenlere, filmin açılışındaki eski kore sahneleri (500 yıl önce geçen), ve sonundaki kızımızın kurban edilişi (ki buradaki tapınak tasarımını yüzüklerin efendisine koysan sırıtmaz) üzerine dönen, devamında yılanların kapışma sahneleri diye cevap verebilirim. Özellikle son sahne için bütün film izlenebilir, yazık da olmaz. Hakkını verelim hani. Bir de yılanlardan birinin ejdere dönüşmesi sonucu bu güne kadar gördüğüm en güzel ejderlerden birini seyretmiş olduk ki, ejderin uzak doğu ejderi olduğunu, yani yılan gibi uzun gövdesi (artı bacakları) olduğunu belirteyim...

Uzun lafın kısası Film vasatı aşamasa da, canavar kapışması izlemek isteyenler için bir göz atılmalı. Ama Koreli amcamların öğrenmesi gereken bir deyiş var ki: "Yılanın başını ufakken ezeceksin..."

9 Ocak 2008 Çarşamba

Gambit


Bilenler bilir benim en favori x-men 'imin Gambit olduğunu... Bu da değişik ve güzel bir çalışma...

Beden öğretmeni deyip geçmeyin...


Yapacak hiç işi olmayıp da bolca zamanı olanlara tavsiye edilebilir bir film "Mr Woodcock". Buradan sakın filmin kötü olduğu yolunda bir izlenime kapılmayın. Gidilecek bir sürü yerli yapım varken tercihiniz önce onlar olmalı.
Seann William Scott var diye her sahnede gülmeyi beklemezseniz çok da keyifli bir film ayrıca. Çok iddialı olmayan bir film için iyi sayılabilecek 2 performans da usta 2 oyuncudan. Billy Bob Thornton ve Susan Sarandon'u izlerken basit rollerin bile usta oyuncularla ne kadar keyifli olabileceğini anlıyorsunuz. Özellikle B.B. Thornton, Mr Woodcock karakterinde çok iyi. Hem sinir olup hem de sağa sola verdiği (özellikle John'a) ayarlardan hastası da olabiliyorsunuz.
Ben kendi adıma filmden memnun kaldım ve harcadığım zaman ve paranın da boşa gitmediğini düşünüyorum. Sonuçta filmin hedefi insanları eğlendirmek ve beni de (her ne kadar çok aşırı gülmesemde) eğlendirmeyi başardı.

Bu arada filmi izlediğim seansta tek başıma olmamın da ilginç bir deneyim olduğunu itiraf etmem gerekir. Daha dün gibi hatırladığım zamanlarda "tek kişiye seans açmıyoruz" diye terslendiğimi biliyorum. Artık rekabetten mi, maliyetlerin düşmesinden mi, ya da daha iyimser (ve doğrusu olarak) sebeple müşteri memnuniyeti mi bilemem ama, tek kişi de olsa seansların oynaması çok iyi bir gelişme. Tabi ki biz sinema severler için...

7 Ocak 2008 Pazartesi

Messiah CompleX


Soyu tükenme tehlikesinde olan türlerden biri de çok sevgili Marvel dünyamızın mutantları ne yazık ki. Böyle dramatik girdiğime bakmayın ama zaten yeterince sorunları olan X-Men'lerimiz şimdi bir de mutant soylarının devamını sağlamak zorundalar.

Sayıları bir zamanlar milyonları bulan mutantlar, "House of M" adlı hikayenin baş sorumlusu Scarlet Witch'in ağzından çıkan 3 kelime ile birlikte (No More Mutants) 200'un de altına inmişlerdi. Böylelikle uzun zamandır istediği temizliği yapabilen Marvel, "M day" ile bağlantılı hikayelerine de tam gaz devam etmekte. Öncelikle x grubu dergilerine ek olarak verilen "Endangered Species" adlı hikayeyle X-adam Beast bu soruna çare bulmaya çalıştı. Devamında ise şimdi bahsetmek istediğim hikaye ile uzun zaman sonra tüm x dergilerinde sürecek bir crossover macera başlatıldı. "Messiah CompleX"


"Messiah CompleX One Shot" ile başlayan seri, 13 bölüm olarak Uncanny X-Men, X-Men, X-Factor ve New X-Men dergilerinde devam ediyor. "X-Men Deadly Genesis" ile x-men yazmaya başlayan, daha sonra uncanny sayfalarında x-adamları uzaya gönderen Ed Brubaker önderliğinde gelişecek olaylarla birlikte X-Men dünyasında taşların yerinden oynaması bekleniyor.

Hikayenin konusu ise kısaca şöyle: M-day sonrası Cerebra ilk kez olarak bir mutant doğumunu Alaska'da sezinlemiştir. Bunun üzerine acilen yola koyulan X-Men ekibi alaskaya onlardan önce giden 2 ayrı ekibin daha olduğunu öğrenir. Mutant dünyası için çok önemli olan bu bebeğin peşinde hem mutant düşmanı olan Purifiers, hem de Mister Sinister emrindeki Marauders vardır. Bebek için ölümüne kavga eden iki grupta bebeği ele geçiremezken, bebek gelecekten gelen öldü sanılan Cable'in elindedir...


Ayrıca kötü yola düşen, şu anda Marauders'la takılan, benim favori X-Men'im "Gambit" inde dönüş yolunda olduğu gibi bi izlenim aldım sanki. Ama yarın olur, ama 2 sene sonra...

6 Ocak 2008 Pazar

Spider-Man ve Marvel'in Ayıbı...



Açık ara en sevdiğim süper kahramandır örümcek adam. Daha sıcak adıyla Spidey. Tüm kahramanlar arasında belki de en cana yakını en bizden biri olan o. Stan Lee'nin hayatında yaptığı en önemli şey. Marvel comics 'in amiral gemisi. Bizden önce de vardı, biz büyüdük ve bizden sonra da olacak.

Son dönemde sinema filmleriyle var olan hayran sayısını da katladı kendisi zaten. Doğruyu söylemek gerekirse her ne kadar başta yadırgamış olsamda 3 film de çok başarılı. Filmlerle birlikte çizgi roman dergileri de boş durmadı ve çok başarılı hikayeler imza attı bu dönemde. J. Michael Straczynski önderliğinde adeta şaha kalkmıştı tekrar örümcek. Ama 545. sayıyla JMS bıraktı örümceği. Zaten JMS'in yokluğu bundan sonra zor olacakken bizler için bir de son hikayeyle sarstı bizi Marvel. (Gerçi JMS hikayenin bu versiyonunun onun istediği şekilde olmadığını, Marvel ve Joe Quesada tarafından bu şekle getirildiği, ve son iki sayıdan isminin çıkarılmasını istediğini açıklamış.)

"One More Day" adlı hikayede Peter, vurulan halasını yaşama döndürebilmek için son bir şanş arıyordu. Bilinen yolların hepsini deneyen peter'in çaresi kalmamışken karşısına çıkan Mephisto (cehennemin lordlarından biri) ona halasını kurtarabileceğini söyler. Fakat karşılığında Mary Jane 'e olan aşkını istemektedir. Buraya kadar normal olan hikaye nasıl ve niye yapıldığı hala çözülememiş olarak bana göre en büyük yanlışlardan birine dönüşür. Evt Peter ve MJ, Mephisto'nun teklifini kabul eder ve dünyaları değişir. May hala yaşamakta fakat, Peter ve MJ birbilerine hiç aşık olmamış ve hiç evlenmemiş olarak hayatlarına devam etmektedirler.

Bu bizim için tam anlamıyla şoktur. Yıllardır bildiğimiz hikaye silinmiş ve okuyucu resmen salak yerine konmuştur. Şimdi tekrar baktımda MJ ile evlendikleri sayı 1987 yılına ait. Tam 20 yıldır bu ikisi evli ve sen bunu git sil. Olacak iş değil. Marvel bakalım yaptığı bu hatayı nasıl temizleyecek. Satışlar kesinlikle düşecek, çünkü eminim ki benim gibi bir çok Spider-Man okuyucusu hayal kırıklığı yaşadı...

Not: JMS'e bu seriye getirdiği dinamizimden dolayı teşekkür ederim.

5 Ocak 2008 Cumartesi

Kezman'ın gözyaşları...


Yine eskilerden bir yazı, facebook populerliğinde "super wall" uma yazmışım. Sinan sayesinde bir kaç kişiye de ulaşmıştı sanırım, bazılarını hiç tanımadığım halde. Tarihi de 7 ekim 2007.


"Bir futbolcuyu kırmızı kart gordukten sonra böylesine ağlarken gördüyseniz, sizin de etkilenmemeniz mümkün değil. Futbol kimilerine göre basit bir oyun olabilir, öyle olması da gerekir. Ama bir insana geldiği günden beri bu kadar eleştiri yaparsanız, tüm çabasını, iyi niyetini görmezden gelip, sırf kaçırdığı goller yüzünden dünyanın en kötü futbolcusu muamelesi yaparsanız, alt tarafı bir kırmızı kart gören futbolcu günlerdir yaşadığı stresin sonucu işte böle yıkılır, böyle boğar kendini göz yaşlarına.


Bundan sonra kolay kolay oynar mı Fenerbahçe'de Kezman bilinmez ama, benim için gerçek bir Fenerbahçeli olmuştur artık bu göz yaşlarından sonra..."


İşte bunları yazmışım o zaman, kezman kadar ben de üzülmüştüm o duruma. Her ne kadar o günden beri futbol takımının performansı daha iyiye de gitse, yerine oynayan Semih çok çok daha iyi olduğunu yeteri kadar kanıtlamış olsada, benim o güne ait fikirlerim yinede değişmedi.

4 Ocak 2008 Cuma

Transformers ve içimdeki çocuk...


Aslında yazının tarihi eski ama buraya da koymak istedim, taa 17 temmuzda yazmışım ki baya da geçmiş hani üzerinden. Hatırlıyorum 2. kez yazmak zorunda kalmıştım da ilki daha güzel gelmişti aslında... :)))

"Pek çok film izledim bugüne kadar, bazıları daha farklı etkiledi beni. Mesela ilk izlediğim filmlerden biriydi "Hayalet Avcıları 2". Acayip korkmuştum filmi izlerken, hala hatırlarım. Ama çizgi filmlerinin de etkisiyle olmayan hayaletlerin peşinde koştuk uzun süre arkadaşlarla birlikte. Daha pek çok film oldu böylesine etkileyen belki ama geçen gün izlediğim "Transformers" ın hissettirdikleri farklıydı bu sefer. Çocukluk dönemimin 2 ya da 3 çizgi filminden biriydi benim için arabaya dönüşebilen robotlar. Ve perde de gerçek olduklarını görünce içimi de bir ürperti kapladı o anda. Yeni neslin çocukları için sadece uzaylı robotlar olsa da onlar, bizim için eski dostlardı. Bumblebee, Ironhide, Jazz dı, Megatron du, hatta Starscream di. Ve tabi ki Optimus Prime dı. Onları gerçeğe bu kadar yakın görmek hakikaten bambaşkaydı. Ama Optimus un ilk kez gözüktüğü sahne tek kelimeyle mükemmel bi tecrübeydi bizim için. Biz dediğim ben ve içimdeki çocuk...

İçindeki çocuğu yaşatanlar bilirler ki onu kaybettikleri zaman kendilerini de kaybedecekler. İşte içimdeki çocuğun çoştuğu, sevinçten havalara uçtuğu bir zamandı filmi izlediğimiz anlar. Ben kendi kendime söz verdim onu kaybetmiyeceğim diye. 40 yaşımda da 60 yaşımda da çocuk kalacam bu böyle biline...

Şimdi bi de Voltran'ın filmini yaparlar mı dersiniz?"