11 Şubat 2008 Pazartesi

Lost Lost Diye Nicesine Sarıldım...


Açıkçası popularizmin etkisiydi Lost'u bu denli izlenilir kılan, beni de belki herkes gibi çok sonradan pençesine alan. Alt tarafı bir tv dizisiydi söz konusu olan, tanınmamış oyuncularla yola çıkan, izleyicisine çok da fazla somut bir şey vermeyen, ama yine o izleyiciyi kendisine bi şekilde esir eden bir televizyon programı. Yıllar önce Matrix sinema dünyasına ne yaptıysa, işte Lost da onu yaptı beyaz ekran denen o sihirli kutuda. Bir devir başlattı, yalnız kendi ülkesinde değil, dünyada milyonları katabildi peşine, benzer bir çok dizi türedi hemen, kimi başarılı oldu, kimi tökezledi. Ama Lost daha yarısında olmasına rağmen, vites arttırarak devam ediyor yoluna.

Bu yazdıklarımı okuyacak kimi arkadaşlarım belki inanmıyacak bana, çünkü bu güne kadar Lost da sıradan bir eğlencelikti benim için. Daha yolun başında olduklarını, olayı sonunda toparlayamıyacaklarını iddia ettim hep. 4. Sezon itibariyle diyorum ki olay başkaymış, sonunu belki yine bizim istediğimiz gibi bitirmeyecekler, belki yine de tatmin olmayacağız (ki kesinlikle olmayacağız, insanoğlu hiçbir zaman tatmin olmaz) ama Lost'un arkasındaki adamların ne kadar planlı, ne kadar sabırlı ve ne kadar sürpriz dolu olduğunu her bir bölümü izledikten sonra yeniden anlıyorum.

Burdan izlemeyenlere spoiler verip keyif kaçırmak istemiyorum, ama kesinlikle izlemeli herkes genç ya da yaşlı diyorum. Özellikle hayatları sadece birbirinin aynı türk dizileri olanlar izlemeli ki görsünler dünya yine aya giderken biz kalmışız bir konuda daha yaya.

Yalnız bir sözümde kendini fan sananlara, izlediğimiz şey ne kadar güzel olursa olsun, kurgu olduğunu unutmamalı, kendimizi fazla kaptırıp da hayattaki diğer zevkleri es geçmemeliyiz.

Daha fazla gereksiz sözler etmeden şöyle bitiriyorum "Previously on Lost".

4 Şubat 2008 Pazartesi

Devlerin Sürprizi Büyük Olur


Belki de dünyanın en güzel ve en zevkli sporlarından biri olmasına rağmen en çok ön yargı ile yaklaşılan sporudur "Amerikan Futbolu". Hiç izlemeyen biri için dışarıdan şiddet dolu ve manasız gelse de anlayan bir zihin için santrançtan sonraki en taktiksel olaydır. Sadece 11'er kişini birbirini itip kalkması değil, arka planında yer alan muhteşem zihinlerin savaşıdır bu spor. Nitekim Amerika'nın en büyük ve en önemli spor olayıdır. Basketbol, basebol ve buz hokeyi ondan sonra gelir. Ve finalin olduğu gün hayat durur Amerikada. Super Bowl adı verilen bu organizasyonun 42. si dün gece yapıldı. Namağlup bir sezonla, daha önce hiçbir takımın yapamadığını yapmak isteyen New England Patriots ile Finale gelirken güçlü rakiplerini bir bir eleyen sezonun sürprizi New York Giants'ın karşı karşıya geldiği gündü dün.

Ama ne yazık ki saat farkı ve ertesi gün işe gitmenin verdiği zorunlulukla canlı izleme keyfinden mahrum oldum gene. Neyseki bu akşam tekrarını yakalama fırsatını bulabildim.

Rekora gitmenin verdiği hayal alemi ve rakibi küçümsemenin yarattığı rehavet okunuyordu Patriots oyuncularının yüzlerinde. Nitekim soyunma odasına önde girmelerine rağmen karşılarındaki rakibin bu maça nasıl bilendiğini görmüşlerdi bir kere. Normal sezonun en iyi hücum takımı sadece 7 sayıda kalmış toplam aldığı yard ise 33'te kalmıştı ki bu da ortalamalarının 3 te 1 inden azdı. İlk yarı boyunca 3 defa Giants savunması tarafından düşürülen Patriots oyun kurucusu Süper star Tom Brady bile çaresiz ve etkisizdi. Ve sonunda savunmasının gazıyla hücumu da hareketlenen Giants, oyun kurucusu Eli Manning önderliğinde maçı 17-14 alarak play-offların başında kimsenin beklemediğini yaparak şampiyon oldu.

Ben Efsaneyim Diyor Ama Bir Efsane Olacak Zaten.


Valla hangi özelliğine değineyim bilemiyorum onun için, son dönemde doruğa çıkan oyunculuğu mu, rap müziğine getirdiği farklı bir anlayış mı, ya da her şeyden önemli olan beyefendi kişiliği mi? "Gettin Jiggy With It" veya "Miami" gibi süper eğlenceli rap şarkılarla tanırken onu, o yavaş yavaş asıl istediği şey olan sinemaya adımlarını atıyordu. Başta gişe filmi dediğimiz filmlerde parladı ufaktan, "Kurtuluş Günü" ve "Siyah Giyen Adamlar" önemli filmleriydi o dönemin. Sonra önemli roller de gelmeye başladı "Ali" ve "Pursuit of Happiness" gibi. Oyunculuk yeteneğinin de hiç de fena olmadığını gösterdi bizlere. Ve son olarak "I am Legend" dedi, belki filminin adıydı ama yıllar sonra efsane olacağının işaretini verir gibiydi.

İlk trailer'i görünce cok heyecanlanan ben, fragmanın çıkmasıyla bir parça hayal kırıklığına da uğramadım değildi hani. Trailerda olmayan zombileri (ya da her neyse) görünce ilk tepkim, "Hayır, Will Smith basit bir zombi filmi yapıyor olamaz" dı. Nitekim öyle olmadığını daha sonra hem film hakkında okuyunca (bu filmin fikri 10 sene önce, daha piyasada bu kadar çok zombi-vampir filmleri yok iken ortaya çıkmış.) ve izleyince anlamış bulunduk. Dünyada kalan son insan temasını hem Smith hem de yönetmen hiç de acele etmeden başarıyla veriyorlar ve ben de en çok bu sahneleri beğendim ki daha olsa bıkmadan izlerim. Her ne kadar film sonuna doğru çok hızlı bir şekilde çözülse de sonuçta ortaya çok başarılı bir iş çıkmış. Tek kusuru tabi bence filmin olması gerekenden kısa olması. Evet belkide ilk defa hayatımda bir filmin daha uzun olmasını istedim. Eger bir zombi veya korku filmi bekleyerek gitmediyseniz bu filmden keyif almamanız imkansız. Kısacası gerek iyi bir film izlemek, gerekse de Will Smith'i izlemek için kesinlikle gidilmeli...